Evet azizim! Ben hayallerin arkasına gizlenmiş olan hayaletleri arıyorum. Ne yazık ki bulamıyorum. Tam olarak “bulamıyorum” demek de yanlış. Bunu nasıl anlatacağımı bilmiyorum. İlmi gerçeklere kimsenin birşey demeye hakkı yoktur. Yalnız, bir hakikatin varlığı, diğer bir hakikatin varlığına engel olmaz. Bazı vicdanlar, başlangıç ile sonu birbirinden ayıran bir çizginin önünde durup orada kalamaz. Ben bu hayatı; dünyaya niçin geldiğimizi, ne olacağımızı, bizi bu dünyaya göndereni anlamadan terk etmemeye niyet ettim. Keşke bu sorulara olumlu ya da olumsuz bir cevap bulabilseydim. Yarı derviş, yarı deli ama her gördüğünü hikmet gözüyle gören bir düşbazın düşleri sizi çağırıyor: Hayat, sekr anında görülen bir düş değil midir? Kim bilir? …
Sıradışı bir şiir kitabı ANARŞİİR. Yazar Jan Paçal’ın da ifade ettiği gibi şiir gibi düşünce akışı, şiir değil. yeri geldiğinde komik yeri geldiğinde ironik ama keyifli bir okuma ANARŞİİR.
‘Düşünce akışından oluşan bu kitap
dün olduğu gibi bugün de sokakları aydınlık kılan
gelecekte tüm dünyada köleliği kaldırıp sömürgenlerin ızdırap sistemini yıkacak olan üst bilinç sahibi özgürlük savaşçılarına ithaf edilmiştir.”
YÜZYILLIK AĞIRLIK
Yüzyılların ağırlığını taşıyan zırhımın içinde içim soğuk
Miğferimin içinde çok büyük bir boşluk
Kılıcım ve kalkanım artık yeter der gibi küskün
Hani oynadığımız bir oyun vardı tanrı ve şeytan arasında kalıp
Hani çok büyük bir savaş vardı ışığın gölgesinde
İçim soğuk dışımı donduruyor artık
Yaşamın anlamına tutunmaktı her adım
Ve her adımda yontulmuş ruhlar ordusuyla ağır ağır
Ve hep sancıyor zamanın yaraları
Akan kanımız bitse de damarlarımızda rahatlasak diyor savaşçı
Yorgun ki ne yorgun
Ve de o kadar güçlü ki kendi hayatını gırtlaklıyor çelik parmakları
İstila edilmiş ruhların ülkesinde tüneyecek bir bulut aramakta şimdi kadim savaşçılar
Kendilerine de küsecekler az kalmış
Eskiden dayatmaların üzerinde sallarlarken kılıçlarını geriye ne kalmış
İhanetin kızılına bulanıp ak ananın can sütüyle yeniden nefes alırken
Çekilen ıstırap cezamıydı, soruyor şimdi savaşçılar
Zaten çok azdılar
Azap nehirlerinde uçan gazap kuşları gibi
Yeniden can bulamadan savrulmuş küllerin ey zümrüdü anka kuşu
Savaşçılara bir neden daha ver ki
Canları çıkarken yeniden şerefle gömülsün bedenleri
Gururla gelen savaşçılar onurla gitmek ister ey tanrı
Bir elini toprağa basıp diğerini göğe kaldıran ışık savaşçıları
Terk edilmiş ışığın çocuklar
Jan Paçal
PELİN
Can Sancak, 18 yaşına yeni basmış, dindar ve alnı secdeye değen ilk heavy-metalci olmakla övünen, iyi niyetli, biraz saf ve hafif delişmen bir çocuktur. Nurdan ise İmam Hatip ortaokulu birincisi olmasına rağmen İmam Hatip Lisesi’ne değil “normal” bir okula kaydolmak isteyen, Madonna hayranı, zeki bir mütedeyyin hanım kızımızdır. Her ikisi de bir hayli dindar olmalarına rağmen “rock’n’roll hayat tarzı”nın gizemli çekiciliğine kapılmışlardır. Kendi “laik devrimlerini” hard-rock müziği hamiliğinde gerçekleştirme yolu ister istemez kafalarını karıştırmaktadır. Bu iki “otantik dindar”ın hayatları, “gerçek bir kolejli hatun” olan yarı Punk yarı Gothic rocker kız Pelin ile tanışınca hızlı bir değişime uğrayacaktır. Bu değişim, devlete dahi sirayet edecek, polis teşkilatı ve MİT, kahramanlarımız için seferberlik ilan edeceklerdir.
Pelin, 1993’te Taksim Meydanı’nda başlayıp 1995’te yine Taksim Meydanı’nda sona eren bir roman noir. Türkiye’nin ve dünyanın büyük değişimlere gebe olduğu o tuhaf doksanlı yılların en yakıcı zamanlarında geçen bu kara-kitap, “Saykodelik Gerçekçi” bir üslup ile yazıldı. Dinsellik, cinsellik ve tinselliğin iç içe geçtiği; rockçıların, “emekli vaizlerin”, hapçıların, imam hatipli dindarların, sokak çocuklarının, lezbiyenlerin, delilerin, felaket tellallarının, ecinnilerin, devrimcilerin, hastane kaçkınlarının, sapkınların, hayat arsızlarının, hayvanetiyemişlerin, löpoğlanlarının, gulibiklerin, yatacakyeriolmayanların, mantaratoların, iblislerin, şereflerin, cemaat liderlerinin, gazetecilerin, polislerin, düzen bekçilerinin ve tüm uyumsuzların yollarının kesiştiği garip bir evreni anlatıyor Pelin.
On bin yıl önce Atlantis kıtasında başlayıp Uygur Yurdu’nda ve ardından İstanbul’da devam eden fantastik ve ezoterik bir öykü. Atlantislilere Altın Çağ’ını yaşatan ‘doğanın gizli bilgi ve güçleri’nin yazılı olduğu Kadim El Yazmaları, kıtanın yok olmasının ardından Aydınlık Güçler tarafından korunan bir sandıkla yüzyıllar boyunca korunmuştu; ta ki Uygur Yurdu’nda Karanlık Güçler bu sandığı ele geçirinceye kadar. Kadim El Yazmaları’nı ele geçirmek için sandığın açılması ancak bin beş yüz yıl sonra mümkün olacaktı.
Bin beş yüz yıl sonra İstanbul’da ortaya çıkan gizemli sandığın içindeki El Yazmaları’nı ele geçirmek isteyen Karanlık Güçler’le, yazmaların seçilmiş koruyucuları ve Aydınlık Güçler arasındaki savaşın gizemlerle dolu, sürükleyici hikayesi. Roman fantastik yanıyla olduğu kadar tasavvufi derinliğe sahip ezoterik yanıyla da son derece dikkat çekici.
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde bir dönem personele okuma yazma eğitimi vermiş olan Bedia Tuncer, bir taraftan da akıl hastalarıyla ilgilenmiş ve akıl hastalarının yazdıkları şiirleri derleyerek bir şiir kitabının yayınlanmasına vesile olmuş. 1964 senesinde Matbaa Teknisyenleri Basımevince İstanbul’da basılan kitap, belki de dünyada türünün tek örneği.
Akıl hastalarının yazdıkları şiirler
“Zorba kız kaçırır,
Kamarot kurşun kaçırır.
Karaborsacı döviz kaçırır,
Zengin hanım kürk kaçırır.
Ağa koyun kaçırır,
Orman eşkıyası kütük kaçırır.
Ve sonunda kaçırmak için bizlere,
elbette akıl kalır!”
33-B Servisinden
Y… K…
Gayri resmi edinilen bilgiye göre şiirler, 1961-1964 yılları arasında Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde personel eğitimi için Milli Eğitim Bakanlığınca görevlendirilmiş olan öğretmen Bedia Tuncer tarafından derlenmiş.
RASTLANTILAR KRALİÇESİ
Kozmik bir aşk hikayesi.
Hikâyenin kahramanları olan kraliçeler, tanrıçalar, müzisyenler, prensler, prensesler, arkadaşlar, başka tanrılar, büyücüler ve cadılar; yaşadıkları hiçbir ülkede ve hiçbir zamanda yolculuklar ediyorlar hepimiz gibi bir günden sadece bir diğerine görünüşte.
Oysa her biri hayatın diğer her şeyden daha çok zihinsel bir yolculuk olduğunun farkında kendi içinde. Hepimiz gibi biliyor her biri sadece kendi kurmayı başarabildiği anlamların kılavuzluğuyla ödüllendirileceği veya cezalandırılacağını bilmekle ödüllendirildiğini veya cezalandırıldığını…
ÇİFT BAŞLI KARTAL
“Masallar külliyen yalan, mitolojiyse gerçekmiş hissi veren başka bir çeşit yalandır. Sevimli, güzel, yararlı yalanlardır bunlar; bir kızın sevişmeye giderken annesine söylediği bu gece kız arkadaşımda kalacağım yalanı gibi… Fantastik ise, düpedüz doğrudur. Gerçeğin arka planıdır sadece, aynanın sır sız yüzüdür. Yalan gibi görünmesi ondan. Yiğit Değer Bengi nin öyküleri ne masalsı, ne mitolojik, ne de fantastik. Daha da ileri gidebiliriz; bu öyküler gerçeğin ta dibi! İster taş devrinde, ister Ortaçağ ın karanlığında, ister günümüzün pis, isli dünyasında yaşasın, hiç fark etmez. İnsanın gerçekliğe çarptıkça çıkardığı tok sesi duydum bu öykülerde. Sarsılmam ondan. Az buz değil, katlanılmaz derecede tok bir ses bu. Yani her okuyana çalım atacak güçte öyküler bunlar. Çünkü gerçek, bütün gerçekliğiyle gözler önüne serilmiş, mitoloji, masal, fantastik gibi öğeler ise, gerçekleri yola koşmak için kırbaç niyetine kullanılmış… 2000 li yıllar, gerçeğin kan-ter içinde yola koşulduğu, ciddi ciddi kırbaçlandığı yıllar olarak geçecek edebiyat tarihine. Kırbacı elinde tutanlardan biri de Yiğit işte…” -Altay Öktem”Bengi, bizi salt bir hayal gücünün ve sağlam bir tarih bilincinin yaratabildiği zengin bir dünyanın içine duyarlılıkla yerleştiriyor, adeta bağlıyor.” -Giovanni ScognamilloYazar, soğuk, acımasız ve kaba gerçekliği zamandan azade geçişlerin huzuruyla ılıtıp sunuyor. Kendine özgü bir dil kurma yolculuğu da denebilecek öyküler bunlar. Bir yol. Çift başlı kartal yolu.” -SadıkYemni”Çift Başlı Kartal öyküleri, tarihsel anlatı, mitoloji ve zengin bir hayal gücüyle yoğrulmuş, ustalıkla yazılmış öyküler. Bengi, edebiyatımızda az yürünen bir yolda, cesaretle ilerliyor.”
Yiğit Değer Bengi
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=103118&sa=18878481&session=&LogID=
KAMER ÇERİLERİ
Kuruluşundan beri her geçen gün Avrupa topraklarında ilerleyen Osmanlı Devleti, İstanbul’un fethiyle bu ilerleyişine hız kazandırmıştı. Ancak Osmanlı Devleti’ne karşı olan bütün tehlikeler de doğudan gelmekteydi. Çünkü Osmanlı Devleti’nin bu tehlikeli ilerleyişinden korkan ve hâlâ Kudüs üzerindeki emellerinden vazgeçmeyen Avrupa, başta Vatikan ve papa olmak üzere, Tapınak Şövalyeleri ve Gül-Haç Tarikatı yardımıyla Osmanlı Devleti’nin doğusundaki ülkelere destek vermekteydiler.
Timur’u, cesaretlendiren ve Osmanlı Devleti’nin Ankara Savaşı’nda yenilerek sarsıntı yaşamasına neden olanlar da Avrupa’nın bu üç önemli gücüydü. Neyse ki Akkoyunlu Devleti sultanı Uzun Hasan’ın, Avrupa’nın maşası olduğunu erken fark eden Fatih Sultan Mehmed, Otlukbeli Savaşı’nda Uzun Hasan’a da Avrupa’ya da gerekli dersi vermişti.
Şimdi aynı oyun için Şah İsmail kullanılmaktaydı. Yavuz Sultan Selim, henüz şehzadeyken tehlikeyi fark etmiş ve kararını çoktan vermişti. Osmanlı ordusunun bel kemiğini oluşturacak bir gizli ve çekirdek örgüt kuracak, önce ağabeylerini alt ederek Osmanlı tahtına oturacak, Şah İsmail tehlikesini yok ettikten sonra da Kudüs ve Mısır’ı ele geçirerek, Avrupa’nın hevesini kursağında bırakacaktı. Kamer Çerileri, Yavuz Sultan Selim tarafından işte bu amaç için kurulmuş bir gizli çekirdek örgüttü.
Gizem, heyecan, kan ve aşk dörtgenine bir de ebced şifr eleri eklenince, ortaya bu kitap çıkıyor. KAMER ÇERİLERİ!
Yaşamı ve insanların kaderlerini tek bakışla değiştirecek bir gücünüz olsaydı ne yapardınız?
Ya rüyalarınızda gördüğünüz felaketlerin bir gün sonra gerçekleştiğine tanık olsaydınız ne yapardınız?
Yedinci hissin varolduğunu ve ona sahip olduğunuzu öğrendiğinizde yaşamınızın nasıl değişeceğini hiç düşündünüz mü?
Kadir’in, Ankara’da başlayıp Gökçeada’da son bulan inanılmaz ve dehşet dolu hikâyesini okuduğunuzda kanınız donacak. Onunla beraber üzülüp, onunla beraber sevinecek; akıl almaz olaylara onunla birlikte çözüm arayacaksınız.
Paralel dünyaların karanlık dehlizlerinde ışığı arayan Kadir’in yaşadıklarını anlatan bu romanı soluksuz okuyacaksınız.
GÜNEŞİN ÇOCUKLARI
Kısa süren yaşamlarını ülkenin bağımsızlığına ve
halkının mutluluğuna adayan 68 Kuşağı’nın yürekli
gençlerinin umut ve mücadele dolu günlerinin ve onların yürekli önderlerinin destansı hikâyesi;
Cellatlarının bile önünde saygıyla eğildiği Deniz Gezmiş ve
arkadaşlarının ibret dolu katlediliş öyküleri ve Amerikan
Emperyalizmi’nin ülkeyi köleleştirme planlarına çanak tutan işbirlikçilerin yüz kızartıcı iyografileri.
Deniz: Güneşin Çocukları sadece bir roman değil, yakın tarihimizin en karanlık labirentlerine yapılan nefes kesici bir yolculuktur. Bir avuç inanmış yüreğin, dünyanın en büyük ve saldırgan gücüne karşı başlattığı ölümüne bir direnme savaşının destanıdır.
Tek bir cana dahi kıymayan, kişisel en ufak bir çıkar peşinde koşmayan
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının haksız yere katledilmelerinin
belgesi, bu olağanüstü hayatların ustaca kaleme alınmış romanıdır.